Reklam Alanı

Sade, seksi,cool. Bu üç kelime Yasemin Allen’ı anlatmaya yeter sanmayın. Kendisiyle ilk röportajım üç yıl önceydi. Aradan geçen zamanda nelerin değiştiğine dair heyecanla arayı kapatma isteğim, onun sükunetiyle duruldu. Aslında hem değişen çok şey olmuş hem de hiçbir şey olmamıştı. Daha doğrusu Yasemin Allen daha da güzelleşmiş, oyunculuğunu daha da geliştirmiş ama kendi gibi olmaktan bir an olsun vazgeçmemiş, karakterinden hiç ödün vermemiş, her geçen gün artan şöhret ışıltısı onun ışıltısına hiç gölge düşürmemişti. Sakin sakin kendini gösteren bir cesarete, hem güzel hem sevimli olmanın verdiği ayrıcalıklı bir feminenliğe, sizin de kendinize inanmanızı ve hayalleriniz doğrultusunda adım atmanızı sağlayan bir güce, maskulen vuruşları olan karakteristik bir tavra, esprili tarafıyla bağlayıcı bir zekaya, hep yanında olmak isteyeceğiniz türden huzur veren bir enerjiye ve hayatı dolu dolu yaşamak isteyen bir ışığa sahip. Oyunculuk adına ise daima daha iyisini ve daha fazlasını yapmaktan çekinmeden yolunu çiziyor Yasemin Allen. Ne de olsa çocukluk kahramanı Batman filmindeki Michelle Pfeiffer’ın canlandırdığı Catwoman olan birinden aksini bekleyemeyiz. İçinizden geldiği gibi davrandığınız noktada hayatın da sizden yana olacağının en güzel kanıtı olan güzel oyuncu bir yandan dengeli bir yaşam sürmenin öneminin de farkında. Kafasının arkasında ise açığa çıkarmak için şimdilik beklettiği olgunlaşma evresinde olan bambaşka yaratıcı bir dünya gizli... Öyle ki, gördüğü her rüyanın bir film senaryosu gibi olduğunu itiraf eden bir kadın mevzu bahis. Yer aldığı projelerin oluşturduğu, klişelerden bağımsız yol, onun kalıcılığının anahtarını gizliyor. Yasemin Allen’a dair en hoşuma giden şeyi ise bu karşılaşmamızda bir kez daha hatırladım; ‘Ben böyleyim’ diye haykırabilen özgüveni. İşte, bunu yapabildiği için hepimiz aynı kişiyi görebiliyor ve göz boyamaktan başka işlevi olmayan sahte kimliklerin arasından gerçek olanın sıcaklığını seçebiliyoruz. Ekranın önünde ya da arkasında duruyor olması fark etmez; fark eden tek şey başka bir boyuta da geçsek yine aynı Yasemin Allen’ı görecek olmamız. Dönerse Senindir filminde Murat Boz ve İrem Sak ile başrolü paylaşan yetenekli oyuncu ilk kez bir romantik komedi ile karşımızdaydı. Geleceğe dair yeni ufuklarda onun için başka nasıl hikayeler saklı merakla bekliyoruz...
Dönerse Senindir filmi için teklif geldiğinde sizi cezbeden ne oldu?

Hiçbir projeyi sadece karaktere bakarak seçtiğimi söylemek istemem ama bu kez oynayacağım rol beni bir hayli heyecanlandırdı. Sonra senaryonun tamamının ne kadar orijinal ve keyif verici olduğunu anladım. Romantik komediden çok daha fazlası olduğunu gördüm. Klişelerden uzak, dramla komedi ayarı çok güzel olan, karakterlerin iletişimlerinin çok samimi olduğu bir hikaye anlatılıyor. Beni de en çok çeken bu samimiyeti ve orijinalliği oldu zaten.

Murat Boz ve Irem Sak ikilisiyle çalışmak nasıl bir duyguydu?
Murat’la daha önce Pelin Karahan’ın düğününde tanışmıştık. Çok samimi, tatlı, göründüğü gibi bir adam gerçekten. Ekrana da öyle yansıyor zaten. Kendi duruşunu koruyan, kimseyi incitmek istemeyen, çok nazik bir insan. Çok sevdim onun enerjisini. İrem de çok yetenekli bir kız, zaten tanışmadan önce de takip ediyordum. Oyunculuk anlamında iyice yoğrulmuş acayip komik bir kız. Onun da yer alacağını öğrendiğimde çok sevindim. Dengeleyici karakterler oldu. Senaryoyu okuduğumda da herkes yerine oturdu. Çok profesyoneller ikisi de. Onlarla çalışmaktan dolayı çok mutlu oldum.

Set öncesi ve sonrası beraber rutinleriniz oluyor muydu?
WhatsApp grubumuz vardı, ki hala da duruyor. Geyik çeviriyorduk orada devamlı. Zaten çok gülüyorduk sette, sonrasında da hep o gün çekilmiş komik fotoğraflar, anlar paylaşıyorduk. Çok tatlı bir enerji yakaladık. Set olmadığı zamanlarda ise evde oturup dizi izlemekten çok keyif alıyorum. Daha çok hafta sonları arkadaşlarımla çıkıyorum. Arada spor yapıyorum. Dizi çekerken tabii ki çok daha zor oluyor ama bir film için zaten 1-1.5 ay aralıksız çalışıyoruz. Herkes yüzde 100 kendini veriyor, o yüzden de ona göre disipline sokuyorsun kendini.

En unutulmaz sahne ne oldu sizin için?
Benim için konser sahnelerini çekmek çok keyifliydi. Öncesinde çok hazırlandım. İlk kez bir projede şarkı söylüyorum. Filmi çekmeden önce iki tane şarkı kaydettik. Bir tanesi orijinal beste, bir tanesi de Kenan Doğulu’nun Sorma adlı parçası. Kayıtlar öncesinde olduğu için hazırlıklıydım elbette ama o gün konser sahnelerini çekerken seyirci rolünde gelmiş yardımcı oyunculara ezberletmişlerdi şarkıyı. Ben sahneye girene kadar herkes sanki orada gerçekten bir konser varmış gibi eğleniyordu. Sağ olsunlar ya sevdiler şarkıyı gerçekten ya da iyi moda girdiler bilmiyorum ama o performansları için teşekkür ediyorum. Çünkü sahneye çıktığımda o kadar çok insanın bana o şarkıyı geri söylüyor olması beni çok motive etti.

Şarkıcı olmak ister miymişsiniz?
Ben şarkı söylemeyi çok seviyorum. Ama müzisyen olmak farklı bir şey, enstrüman çalmak, beste yapmak, müzik üretmek bambaşka bir durum. O aşamada olsaydım belki düşünebilirdim. Ama şu anda karakter olarak, Selin olarak bunu yapmak iyi geldi. Çünkü o benim müzisyen kimliğim oldu. Daha önce sahneye çıkıp kendi bestelerimi söyleyip tarzımı oturtma fırsatım olmadı hiç. O yüzden çok keyifliydi.

Oyunculukta daha iyi olmak adına neler yapıyorsunuz?
İki senedir çalıştığım oyuncu koçum var. Onunla performans bazlı nefes ve rahatlama teknikleri de çalışıyoruz. Bazen psikoloji çalışmaları yapıyor bazen de metot tarafına giriyoruz işin. Workshop’lara gidiyorum, en son Harika Uygur’unkine katılmıştım. Çok güzel, beğendiğim bir teknik öğrendim. Çok çalışıyorum, sahnelerimi öğrendiğim farklı metotlarla birçok kez okumaya çalışıyorum. Tek bir taneye sabit kalarak çalışmıyorum, hepsini öğrenip kendi tekniğimi çıkarmaya çalışıyorum.

Bugüne kadar izlediğiniz en etkileyici film hangisi?
Ben psikolojik gerilim filmlerini çok seviyorum. Michael Fassbender’i çok beğeniyorum. Gözlerinin arkasında değişik bir şey yatıyor o adamın. İçinde sanki kaynayan bir enerji var ve onu hem sesine hem gözlerine mükemmel şekilde yansıtıyor. Kadın oyunculardan da Charlize Theron, Cate Blanchett, Natalie Portman ve Jennifer Lawrence’ı çok beğeniyorum.

Türkiye’de sinema sektörü sizce nasıl bir değişim içinde?
Çok film çekiliyor, bu iyi bir şey, sektör canlı. Çekilen film tarzlarında çok değişiklik olduğunu zannetmiyorum. Komediye yönelme var. Korku filmleri daha çok dini inançlar üzerinden gidiyor. Örneğin benim korku filmi sevmeyen arkadaşlarım hep Türk. Halbuki ben bayılıyorum. Sanırım insanlar işin içinde kötü bir ruh falan varsa, kendilerini bulaştırmak istemiyorlar. Onlara bir kanal açtıklarını düşünüyor olabilirler. Korktuğu anda korku onlara yapışacakmış gibi geliyor belki de. Bilimkurgu filmleri için animasyon alanında gelişmiş olmak gerekiyor. Bir de anlaşılmama korkusu olabilir. Alışılmışın dışında bir şey çekip izlenmeme endişesi olabilir. Furya başlatılmadığı sürece belki kimse adım atmak istemiyordur, belki de öyle bir merak yoktur.

Bir korku filminde rol almak ister misiniz?
Mağdur olmayacaksam yani ilk ölecek sarışın olmayacaksam tabii ki isterim. Ama korkudan çok gerilimi daha çok seviyorum. İki karakterin arasındaki entrikalar, yalanlar daha heyecanlı geliyor. İki zeki insanın birbiriyle çatışması gibi akıl oyunlarının oynandığı... Anthony Hopkins ve Ryan Gosling’in Fracture diye bir filmi vardı, çok severim.

Devamı: www.elele.com.tr/unluler/roportajlar/sade-seksi-yasemin-allen