aysesucu @ sozcu.com.tr




Reklam Alanı

Dinlerin temelinde iki temel unsur yatar: Tanrı'ya iman ve o imanın yansıması olan dosdoğru bir hayat (amel-i salih). İslam'ın değerler sistematiği doğrudan bu iki kavramla ilintilidir. Bu kavramları zorlayan her yorum, her hüküm, her anlayış sorunludur.
Kur'an, ölçüt (beyyine) olarak akıl ve bilgiyi şart kılar. İman ölçüt olamaz. Böyle bir şeye kalkışmak yani imanı ölçmek ya da imanı yarıştırmak, kimsenin hakkı olamayacağı gibi haddi de değildir. İmanı yargılayacak tek merci vardır, o da Yüce Allah'tır.
Dindarlığı, siyasetleri ya da çıkarları uğruna zemininden kaydıranlar ve dini otomatiğe bağlanmış ibadetlere indirgeyenler; Nurettin Topçu'nun ifadesiyle “İslam ahlakını, İslam diyarına gömenlerdir.”
Fikrî, zihnî, ahlakî ve ekonomik her türlü özgürlüğü savunan İslam'ın, din tacirlerinin küçük dünyalarına sıkışıp kalması ne kötü… Particilik yaparak, İslam'ı “siyasal İslamcılık” ile özdeşleştiren bu taife, yaşanan yozlaşmada en büyük pay sahibi…“İslam güzel ahlaktır” diyen bir dini, siyasetin doymaz arzularına teslim etmekten çekinmeyenler, kendilerini dönüştürme yerine, başkalarının hayatlarını değiştirmeyi görev bellediler. “En büyük cihadın, nefisle yapılan cihad” olduğunu görmezden gelerek.

KURTARICI GÜÇ

İnsanları hakikat arayışından alıkoymak için onları küçük şeylere razı etmek… Popülist kültür bunu büyük ölçüde başardı.
Günlük politik söylemlere bakın; basit, sığ, derinliği olmayan, birbiriyle çelişen laflardan ibaret. Bunu ayniyle inanç sahasında görüyoruz; sınırlandırılmış ve yüzyıllar öncesinin içtihatlarına ve siyasi emellerine kurban edilmiş, insan zihnini tutsak kılan ezberlerin tekrarından ibaret.
Neye, neden karşı olduğunu bilmemek, aklın-bilimin ve irfanın ortaya koyduğu hususları reddedişe vesile oluyor. Cehaletin hikmete galip geldiği yerde -bakmayın çıkan yüksek seslere- içe kapanma başlıyor.
Sonuç ise ortada: Korkularımız belimizi büküyor; öyle eğik bir noktaya geliyoruz ki, gözlerimiz kendi ayaklarımızdan başkasını görmüyor; buna hemen yanı başımızdakinin ayakları dâhil!
Sevgi yok, saygı yok, hoşgörü yok, imanın istediği arınma çabası yok… Ve birbiriyle çatışan, çarpışan yığınlara dönüşüyoruz.
Peki, çözüm yok mu: Heideger'den hareketle söyleyelim, nerede bir tehlike varsa, içinde kurtarıcı gücü de barındırır.

ÖZGÜR DÜŞÜNCE

Yapılan araştırmalar mutlu bir toplum olmadığımızı söylüyor. Felsefe profesörü Ertuğrul Rufai Turan'ın ifadesiyle; “Hakikati arama tutkusunun altında bir amaca ikna edilen toplumda mutlu olunmaz.”
Bir amaca ikna olmak! Birilerinin kendi ikballeri/menfaatleri uğruna ortaya koyduğu bir amacı hakikat sanmak! Bu tutum, “OKU” diye başlayan ve yaklaşık bin dört yüze yakın ayette “DÜŞÜN” diyen dine ihanettir.
Düşünmeyen toplum mutlu olamaz.
Düşünmeyen toplum özgür olamaz.
Düşünmeyen toplum kötülükten kendini arındıramaz.
Düşünmeyen toplum kanmaya, kandırılmaya hazırdır.
Düşünmeyen toplumun bağlılıkları, Kur'an'ın ifadesiyle söyleyelim, örümcek ağına benzer.
Düşünmeksizin ikna olanlar, kendilerini dönüştürme gücüne asla sahip olamazlar.

İSLAM ÖZGÜR İNSANA MUHTAÇ

Ünlü düşünür, Roger Garaudy: “İslam demokratik toplum yapısını ister. Çağlar boyu, insanlar, menfaatleri yönünde yorum yaparak bugünkü noktaya varmışlardır. Şimdi, İslam, yeni bir tarihsel dönemde, toplumsal adaleti yeniden kurabilmek için özgür ilahiyata muhtaçtır” der.
İktidarın güdümüne girmeyen, makamsal kaygılar taşımayan, baskı aracı olmayan, ikna edici güç olarak kullanılmayan isimlere ihtiyaç duyuyor ilahiyat.
Mevcut formlara ve iktidara itirazları olan ulemaya, hükemaya, düşünce insanlarına ihtiyaç var. Vahiyle karşılaşanların, düşünce özgürlüğünü bozmadan o atmosferi anlamaya çalışması gerekir. Bu tavır bizi fanatiklikten ve esaretten kurtaracaktır.
Dini düşünce, ilahiyatçıların tekelinden de kurtarılmalı. Alanında söz sahibi olan aydınların ve filozofların ortaya koyacağı fikirlerle buluşmak zorunda ilahiyat. Zira İslam'ın ortaya koyduğu “sıratı müstakim/dosdoğru yol” müşterekler içeren bir evrensel düşünce sistematiğini gerekli kılıyor.
Peki, basitçe inanmak dindar olmak için yetmez mi? Augustine, bu soruya şöyle cevap veriyor: İnsanların inançlarını güçlendirmeleri ve olgunlaştırmaları gerekir. Aksi takdirde onlar biberonla beslenen yaratıklar olarak kalır. Sütten başka bir şey istemezler. Erişkin bebek olarak kalırlar.
Düşünceye açık, sevgi ve heyecan ile pekiştirilmiş din algısı; statik, basit, kapalı ve kavgalı din algısını bertaraf edecektir. İnsan kimliğini dikkate alan bir ahlak inşası bunu zorunlu kılıyor. Geçmişi ve geleceği dikkate alan bir kültürel inşa bunu istiyor. Anadolu irfanı bunu söylüyor.
(“İşçinin ücretini, alnının teri kurumadan ödeyiniz” diyen bir dinin mensubu olarak, tüm işçi ve emekçi kardeşlerimin bayramını kutluyorum.)